Teşbihte Hata Olmaz

Prensese Mektuplar yayın hayatına başlayalı yaklaşık bir yıl oldu. Geçen bir yılda Guacomole tarifinden Sokak Müzisyenlerine, Dutch Provolarından Emily Wells‘e, Greenpeace eylem kritiklerinden Afrika müziklerine, Vipassana meditasyon kurslarına, gerçekleşen rüyalara kadar birbirinden alakasız yaklaşık 135 mektup yayınladık. Yeri geldi irandaki protesto gösterilerini yorumladık, yeri geldi Hondurastan canlı darbe haberleri geçtik, yeri geldi Madrid‘de, Vancouver‘da bisikletle kritik kütle olduk, çok hoşumuza gitti Saul Alinsky çevirisi yayınladık, bilmek lazım dedik 350‘den GDO‘dan bahsettik, çok etkilendik şehir tarımcılığından, sehirde ekolojik yasamdan, doğayla birlikte güçlenmekten bahsettik, bizi düşündüren filmlerden, hoşumuza giden müziklerden veya müzisyenlerden bahsettik, yol güncesi tuttuk, yolda olma üzerine veya yoldan dönme üzerine konuştuk, başka estetik değerleri, sanal veya gerçek protestoları tartıştık, yeni kültürel akımları inceledik, aktivizmi değişik perspektiflerden anlatmaya çalıştık. Biz çok şey öğrendik bu serüvende ve çok keyif aldık. Umarız sizleri de yer yer gülümsetebilmiş, umut verebilmiş, biraz da düşündürebilmişizdir kimi yerde. Rastlantı bu ya geçenlerde bir okuyucumuz tarafından yapılan blogosferdeki ilk kritiğimizi de aldık. Bunu fırsat bilerek şöyle sizlerle nerden geliyoruz nereye gidiyoruz değerlendirmesi yapalım dedik, okuyucularımızdan biraz geri dönüş alalım, prensesi nasıl buluyorsunuz, prensesde neleri görmek istersiniz, eksik kalan yanlar sizce atlanan konular neler öğrenelim istedik. Aşağıya ilk kritiğimiz üzerine prenses yazarlarının düşüncelerini ekledik tartışmayı bir yerinden başlatmak için.

Çağdaş Özerşahin blogunda prensese mektupları severek takip ettiğini, ama yazılarda tarih ve arka planın yeterince verilmediğini, güncel konulara yeterince değinilmediğini söylemiş. Aynı zamanda, fikirlerin tek taraflı verildiğinden yakınıp, madalyonun öbür yüzünü de biraz daha göstermek lazım diyor.

Caglar:

ben elemanın eleştirisine çok sevindim şahsen. eleştirebilmek yazdıklarımızın bir şekilde ona geçtiğini ve üstüne düşündüğünü gösteriyor çünkü ki bu da yapmak istediğimiz şey.

eleştirisine gelince ben kısmen katılıyorum ama o da yazısında benim “kısmen” dediğim şeyi açıklamış zaten. evet bir düşünce şekline göre yazıyoruz aslında bolca taraflı da yazıyoruz. özellikle çevre ve siyasi konular olduğunda mevzu, taraf tutmamak pek mümkün değil. yine de dediği gibi taraf tutarken karşıt düşünceleri de yazılara eklemek daha renklendirebilir ortamı.

bu anlamda dışardan bir gözden yorum almak bence şahane. 🙂

Elif:

Birilerinin vakit ayırıp blogun üstünden geçmesi çok hoşuma gitti, elemanın yorumlara da katılıyorum amma ve lakin bu bi magazin veya fanzin değil, blog! yani yazılara yorum yapabiliyorsun. Biz madalyonun bir yüzünden yazarız, birisi de öbür yüzünü sorar onu açarız. Hani şimdiye kadar yapılan tüm yorumlara bir cevap yazıldı tüm yazılar altında. Bazen madalyonun öbür yüzünü eklemek yazının akışını bozabiliyor diye çekiniyorum ben. Yoksa madalyon dikdörtgenler prizması olsun da tüm yüzünden bakıp yazayım ben de isterim 🙂 oh ne rahat olur ama okuyucunun yorumuna, düşünüp tek taraflı verilmiş mevzuyu sindirip “ha ama bi dakka dur orda…” diye tepki vermesine izin vermeyebilir. Hani keşke böyle bir kritik ortam haline de gelebilse blog, saygı sevgi çerçevesinde tabi. Hatırlarsınız Kayahan’ın obama yazısı ne listelere, tartışmalara sarktıydı. Ve ben o tartışmaları çok yararlı beyin cimnastiği ve mevzunun internet ortamında “tek taraflı” yazılmasından bir şekilde rahatsız olan kişilerce bireysel olarak strateji tartmasına yol açtığı için sevmiştim.

NazIm:

Elif’e ve Çağlar’a katılıyorum. Öyle bir tartışma ortamı yaratabilmek benim de hayalim, blogları keyifli yapan şey interaktif olmaları. Şu ana kadar yorum olayında çok başarılı olamadık, fazla yorum almıyoruz nedense. Okuyan insanları suçlamadan önce tabi önce bi kendimize dönüp bakmak lazım: En son ne zaman başka bir bloğa yorum yaptınız, başka bir blogdaki tartışmaya katıldınız? Bence prenses ekibi olarak blogosferde daha aktif olmamız lazım, takip ettiğimiz bloglara yorum yazmayı alışkanlık haline getirmek lazım. Düşünün biz bi yorum alınca ne kadar seviniyoruz, aynısı diğer bloggerlar içinde geçerli. Prensesde bir tartışma ortamı gelişebilmesi için kendisi zaten yazan düşünen tartışan bloggerlarla aktif interaksiyonda olmamız lazım.

Caglar:

ben okuduğum blogdaki yazılarda pek yorum yapmayı sevmiyorum açıkçası. yazısını okuduğum yazarın benim için anonim kalmasından daha çok hoşlanıyorum. şimdiye kadar video olsun, yazı olsun hangisinin altındaki yorumları okuduysam genelde hep saçma sapan şeylerdi. sağlıklı bi tartışma hali, fikir alışverişi ve insanların birbirlerine saldırmadan yazdıkları çok az blog gördüm. umarım biz bu sağlıklı tartışma ortamı olan bloglardan biri oluruz.

Ou-San:

Kaç gündür cevap yazıcam sürekli ihmal ediyorum. Diyeceğim odur ki yazıların biraz taraflı olmasında yanlışlık yok. Sonuçta hayata tanıklığımızı kendi penceremizden paylaşmıyo muyuz. Ben olaya farklı açılardan bakmaya ve yorumlamaya çalışırsam o tanıklıktan başka birşey olur. Bir de zaten internet aleminin olayı bu. Herkes kendi duruşunu ortaya koyduğunda zaten 15bin açıdan bakılmış oluyo duruma. Ama nazımın dediği gibi şu yorum olayını daha da aktifleştirmek hakkaten nefis olur. Bakınız korayın meditasyon gıcıklığı. O yazı sanırım tam anlamıyla buna örnek oldu. Ama olay yazarda değil okurda.

Tuna:

Kambersiz düğün olmaz ben de eklemelerimi yapayım bari. yazilarin tarafli olmasinda bir yanlislik olmadigi konusuna ben de katiliyorum. ama burada arkadasin bahsettigi cok taraflilik ihtiyacini yaratan durum sudur. ozellikle politik inceleme elestiri yazilarinda insanlara daha once hic bilmedikleri ya da derinlemesine vakif olmadiklari konularda bilgi veriyoruz. insanlar bunlari okumaktan hosnut ama bazi noktalarda adamın hayat durusuna o kadar uzak, radikal bir noktada kaliyor ki adam soruyor:” tamam ben sempati duyuyorum bu anlattiklarina ve degismeye hazirim. ama bu dezenformasyon dunyasinda senin dediginin tam tersini dusunenler nasil argumanlarla geliyorlar bana anlatsana. ben de kendimi resmin tamamini gorerek kendimi yazardan koparip konuya iliskin fikir sahibi olayim” diyor. bence olayin ozu budur. elemanin bu elestirisinin yazilarini tamamina dair oldugunu dusunmuyorum o yuzden. yoksa brukselde bir cafe varsa senin sevdigin ve onu anlatiyorsan, o kafeleri sevmeyen birilerinin goruslerini de ekle oraya demiyor amca.

yorum olayina gelince. nazımin dedigi bu sanal ortama ve blogger cemaatine dahil olmanin disinda yorum alabilmek kesinlikle yazara ve yazıya baglı diye dusunuyorum. didaktik bir agizla yazilan derinlemesine yazilarda okuyucu kendini lise sınıfında soru sormadan ders dinleyen adam durumuna sokuyor. katilimi saglamak bence  yaziyi ne kadar kapsayici ve sorular sorarak yazdigimizla alakali. yani sen konuya iliskin kendi celiskilerinden bahsetmiyorsan ve yazdigin seyden kesinlikle emin oldugun mesajini veriyorsan okuyucuya da soyleyecek soz kalmiyor. ben pek basarabiliyormuyum bunun disina cikmayi pek emin degilim ama bu tadi daha cok yazdigim konunun ciddiyeti ve kendimle dalga geçerek yakalamaya çalışıyorum. Sonucta anayasa hukuku yazmıyoruz. sen orda şüpheni koyup boşluk yarattığın anda okuyucu da “hımmm bence…” diye lafa dalmakta ozgur hissediyor kendini. tabi bunu yapmasında kendisini seninle aynı seviyede gormesinin onemi buyuk. sen ağdalı bir dille bilgisel bir otorite kurduğun zaman adam da bu otoritenin altında eziliyor haliyle. demek ki yazarken de tahakum uygulayabiliyormusuz bak simdi farkettim.

Top sizde, yorumlarınızı bekliyoruz efenim 🙂

Yorumlar
3 Yorum to “Teşbihte Hata Olmaz”
  1. Çağdaş Özerşahin says:

    Birkaç kere okuyup iyice anlamayı düşünüyordum ki Tuna’nın yorumu kesti bu düşüncenin önünü.

    @Çağlar ve @Ou-san: Elbette ki çok yönlü yazılar bulunmakta blog’da ve çok da iyi analiz edilmiş. Kimi yazılar için zaten böyle bir durum sözkonusu değil ama bahsi geçenler için sadece bunun daha özenli olmasından yanayım. Nitekim (bknz: Introduction to writing essays) karşılaştırılacak fikirlerin neyin nesi olduğunu okur bir bilsin sonra görüş bildirmek en sağlıklısı. Hem yorumcu, hem okur (evet evet hem yorumcu-hem okur bunlar başka başka insanlar), hem de yazar tarafından.

    @Tuna: Tam anlamıyla düşüncelerimin rafine edilmiş hali budur.

  2. Duygu says:

    Ben açıkçası bu işin bir kuralı ya da gerekliliği olduğunu ve blog yazılarının buna göre şekillenmesi gerektiğini düşünmüyorum.Taraflı yazmak da buna dahil.
    Hepimizin bir dünya gürüşü var,buradaki yazıları okuyup fikrimizi değiştirecek değiliz.Amaç da birilerini ikna etmek değil zaten.Yalnızca paylaşmak…Bunu yaparkende yazar ister taraflı olur ister tarafsız;ister yalnızca düşündürür ister güldürürken düşündürür :)Bu yöntemleri kimi sever kimi eleştirir.
    E hal böyle olunca Elif’in paylaştıkları bence çok mantıklı geliyor.
    ”Biz madalyonun bir yüzünden yazarız, birisi de öbür yüzünü sorar onu açarız.” ve böylece daha çok görüş paylaşırız.

  3. Aysem says:

    bence kendinizi o kadar ciddiye almaniza gerek yok, harika bir is yapiyorsunuz iste, severek okuyoruz, ama bu size herhangi bir sorumluluk yuklememeli. akliniza gelen, icinizden gelen ve kafanizi mesgul eden seyleri kendi uslubunuzda yazdiginiz icin bu kadar keyifle okunuyor. en kisisel, en siirsel olanlar en cok aklimda kaliyor ve hosuma gidiyor.
    Ben bu objektiflik ya da her fikrin yansitilmasi yanilgisina dusmemeniz gerektigini dusunuyorum. siz gazeteci degilsiniz ki boyle oykunmelere gerek duyasiniz. yorumu yapan arkadas gitsin bir de alternatif bloga baksin cok istiyorsa, sonra da kendi fikrini olustursun. bu yorum yapilmasinin altinda iki sebep gorebiliyorum, birincisi bu objektifligin varolabilecegi ve hatta iyi bir sey oldugu yanilgisi. ikincisi de sanirim kendi fikrini olusturma konusunda tembellik ya da kendine guvensizlik.
    bence takilin… iyi ki varsiniz 🙂

Yorum Bırakın