David Lynch usulü Scooby Doo: Twin Peaks

Zeki, çevik, kıvrak zekalı, psişik bir dedektif… Ona her türlü destek olan, naif görünümlü ama yeri geldiğinde insiyatif almakla kalmayıp FBI’a bağlı çalışan bir adli doktoru yumruklamaktan çekinmeyen ama yer yer şüpheli davranışlarda bulunan kasaba şerifi… Ve akıl almaz absürdlüklerle dolu kasaba sakinleri…. Twin Peaks…

David Lynch’in 1990 yılında 29 bölüm olarak çektiği dizinin senaryosu, salt kendisinin dâhi kafasındaki detayları geniş geniş görsele dökmesi için yazılmış zannımca. Zira 45 dakikalık tam 29 bölüm, nüfusu 51,000 olan bir Amerikan kasabası’ndaki tek bir cinayeti çözmek üzerine çekilmiş! Karakterlerden, baş kahramanımız dedektif de dahil, bir kısmının psişik halleri ve doğaüstü deneyimleri ile birlikte bunların cinayetlerde bayağa ciddi ciddi ipucu olarak kullanılması olaylar zincirini iyice karmaşıklaştırıyor. Lynch abimizin fantazilerini zamanın klişe senaryosu üzerine kurması, kendisine hem izleyiciyi ekrana bağlama garantisi vermiş hem de ekrana bağladığı izleyiciyi cinler, devler, cüceler, kırmızı kadife perdeler, seksi kadınlar, tanıklık eden odunlarla gülme, gerilme ve mest olmayla tiksinme arasında bir yerde bırakabilme şansını vermiş.

İnternet ortamlarında kimilerinin 90’lı yılların “Lost”u diye bahsettiği dizi, çözüme götüren ipuçlarının bir önceki ipuçta beliren karakter tarafından yanlışlıkla ortaya çıkarılması durumu sebebiyle bana 90lardan hatırımda görüntüsü, damağımda tadı kalan, Pazar günleri kaçırmadığım Cinayet Dosyası (bkz. Jessica Fletcher. Hatırlamayan var mı bu tonton, iyi niyetli ama burnunu her türlü cinayete sokan yazar teyzeyi?) dizisini ve Scooby Doo çizgi filmini (bir grup genç çocuğun esrar perdesini aralamak için çaba harcadığı ama her olayın gruptaki çok bilmiş, kısa saçlı, gözlüklü kız tarafından çözüldüğü çizgi film hani) hatırlattığı için kendi kendime daha bir eğlendim.

Play’e bas ve okumaya devam et!

Flash required

Herkesin diğerlerinin ne yaptığını her an bilebildiği küçücük bir kasabada, sırları olan genç ve güzel bir kız cinayete kurban gittiğinde katili bulmak hiç de sandığın kadar kolay olmayabilir. Hatta çete adamlarının ortada kol gezdiği, uyuşturucu mafyasının her köşe başında adamının beklediği büyük bir kentteki katili bulmaktan bile zor olabilir. Küçük kasabadaki bu cinayetin çözümündeki sorun, şerif ve davadan sorumlu FBI ajanı dışındaki kasaba sakinlerinin de bu cinayetin çözümü için iş güzarlık yapmaya girişmesidir. Bunun sebebi yalnızca öldürülen kıza ait sırların ölümü ardından tek tek yüzeye çıkması değil, aynı zamanda katille birlikte cinayete sebep olan karakterler ortaya çıkmadıkça rahata kavuşmayacak genç kızın ruhunun kasaba sakinlerine rahat vermemesidir.

Twin Peaks kasabası ve esrarengiz ormanların tanıklık ettiği birbiriyle bağlantılı olaylar zinciri içinde Laura Palmer cinayetini çözmeye çalışan FBI ajanı Cooper… Cooper, olayların arkasındaki sır perdesini kaldırmak için kıvrak zekası ve dedektiflikteki becerisi dışında mistik yönünü de kullanarak (daha önemlisi bunu kendine kılavuz etmekten çekinmeden) cinayetin bileşenlerini bir bir ortaya çıkarttıkça bir şekilde ucunun dokunduğu kasaba halkı, gidişata burnunu sokarak işi içinden çıkılmaz bir hale sokmaktan geri kalmaz.

Ve Laura Palmer…

Sürekli aynı (şu yanda gördüğün) vesikalık resmiyle karşı karşıya geldiğimiz, sarışın masum yüzlü genç kız hayattayken Twin Peaks’de dönen uyuşturucu ticaretinden, fuhuşa, zengin iş adamlarının metresliğini yapmaktan, içine kapanık sosyopatları sırdaş edinmeye  kadar pek çok ortama girip çıkmıştır. Bu yüzden de cinayetiyle ilgili pek çok ipucunun kasabanın farklı noktalarında saklı kalması, Laura Palmer’la herhangi bir münasebeti olmuş her bir kişiyi ilgilendirdiği için önemlidir.

David Lynch, bu karakter üzerinden kurguladığı dizide Laura’nın ruhunu yaşarken bir türlü rahat etmemiş, öldüğünde de diğerlerini rahat ettirmeyecek bir karabela gibi yansıtmış. Böylece cinayetin çözümünü zorlaştıran kasaba sakinleri ile birbirini tamamlayarak çözüme götüren doğaüstü olaylar sanki “iyi” ve “kötü” gibi gösterilmiş. Ulaşılmak istenen mutlu son, cinayetin çözümüyle birlikte suçluların cezasını çekmesi ile Laura’nın ruhunun rahata kavuşması ve Twin Peaks kasabasının bu karabeladan sonsuza dek kurtulması gibi geliyor izlerken.

Daha fazla anlatıp esrarı bozmayayım… Dizinin tüm keyfi ve seni başına oturtup 45 dakikalık 3 bölümü arka arkaya izlemeni sağlayan olay bu ne de olsa. Ha bir de, bir rivayete göre bölümler çekilirken oyuncuların katilin kim olduğundan haberleri yokmuş. Bana öyle geliyor ki, Lynch’in kendisinin de senaryoyu yazmaya başladığında bundan haberi yoktu. İzlerken, her bölümde bir karakterin katil olduğuna seni o kadar ikna ediyor ki bir sonraki bölümde bu adamın nasıl masum çıktığına şaşırıyorsun.

Yorum Bırakın