Olmadı bir daha çağıralım bakalım…

Artık ne yapacabileceğim konusunda en ufak bir fikrim bile yok. Belki bu yazının sonuna doğru bir formül bulabilirim.

Bir yolum vardı gidiyordum, bozuldu… Tam bu bozukluğun esasında hayatıma renk ve heyecan kattığını gördüm ve kabullendim, şimdi kendimi eskisinden daha bozuk bir yolda bulmuş durumdayım.

Durumumda olan belki yüzbinlerce insan var şu Anadolu dediğim topraklarda. Hepsinin de durumu benden daha iyi veya kötü olabilir ama herkesin derdi üç aşağı beş yukarı aynı. Buna ek olarak benim durumumdan çok daha kötü durumda yaşayan insancıklar ve onların acıları var. Herhangi bir gazeteyi alıp okumak yeterli. Aile içi cinayetler, yurtlarda tecavüze uğrayan bebeler, kirlenen topraklar ve o topraklarda yaşamak zorunda kalan insanlar. Anlatacağım durumum belki bunların içinde en masum olanı ama herkesin derdi kendine. Bu da benim derdim. Herkes nasıl kendi yaptığından sorumlu oluyorsa ben de kendi yaptıklarımdan sorumlu oluyorum. Evet efendim gelelim derdime;

1994 yılında bir nedenle yurtdışına gitme ihtimalim belirdiğinde ilk işim askerlik şubesine gidip durumumu öğrenmek olmuştu. Öğrenciydim ve öğrenci olmamın tek nedeni askerlik idi. Kanunlardan tam olarak emin değildim ve sınırda hoş olmayan bir sürpriz ile karşılaşmak istemiyordum. Şubedeki kadın görevli bana ‘yoklama kaçağı’ olduğumu ve gidip komutan bilmem kim ile görüşmemi söyledi. Çok heyecanlandığımı hatırlıyorum. 21 yaşımda iken askere gitme fikrinin ne olduğu konusunda çok az bir fikrim vardı. Yelken sporu ile uğraşıyordum, çevre hareketine ucundan bulaşmıştım, deliler gibi bisiklete binip uzun yol yapma hayalleri kuruyordum ve hepsinden önemlisi ‘askerliğin’ neden gerekli olduğunu bir türlü anlamamıştım. Bir de yurtdışına çıkmak istediğimde sorun oluyordu. Şimdi diyeceksiniz ki ‘salak mısın? hiç mi Milli Güvenlik dersi almadın? Hiç mi gazete okumuyorsun? Anan, baban arkadaşların falan filan hiç mi anlatmadılar sana?’ Tabii ki teknik olarak bunun farkındaydım ama kendi üzerime hiç yakıştıramamıştım. Kot pantolon giyince kendini rahat hisseden bir insana zorla kumaş pantolon giydirmek gibi. Herkesin gözü üzerimde olur sanırdım aile ziyaretlerine gittiğimizde. Oysa şimdi olsa önemli olmaz ama o zaman önemliymiş. Bir de rakçılık da var kanda. Neyse askerlik şubesinde kalbimin gümbür gümbür attığını, elimdeki dosyayı orada rastgele bir yere bıraktığımı, zaten içerisi kalabalık gibi gözüken komutanın odasının önünden geçip oradan çıktığımı hatırlıyorum. Sanki çok önemli bir durum varmış gibi kapıdaki askere selam verdiğimi de hatırlıyorum. Aman kaçtığım anlaşılmasın haliyle… Şimdi düşünüyorum da ne komikmiş yaptığım..

Bu durumu uzun yıllar düşündüm. Uzun yıllar orada beni tutsalardı ne yapardım diye düşündüm. Herhalde kıvırtacaktım. Lafı oradan buradan getirip bir yerlere götürüp eveleyip geveleyecektim. Ama bu duygu içimde kaldı durdu. Takip eden yıllarda hep kendimi belli bir dengede tutmaya çalıştım, bu duyguyla beraber.

Gel zaman git zaman aradan tam 14 yıl geçmiş. Bir gazete haberini görene kadar herşey kısmen yolunda gidiyordu. Bu zaman boyunca hiçbirşeyden kaçmadım. Kimlik kontrollerine girdim çıktım, katıldığım etkinliklerde defalarca göz altına alınıp yargılandım. Ailemden, eve giden polislerin olduğunu duymuştum ama açıkcası o kadar, askerlik kurumu ile ilgilenmiyordum. Bir yandan eve gelip beni soruyorlardı, bir yandan da gözaltına alındığımda kayıtlarımda aranıyor gözükmüyordum. Bunun nasıl olabildiği konusunda en ufak bir fikrim bile yok. Merakım var ama açıkcası bu benim işime geldiği için kurcalamakda istemedim.

Sonuçta beni evde bulamayanlarla yaşananları ailem bana anlattığında sadece dinliyordum olanları. Ne yapabilirdim ki?  O dönemlerde evden ayrı yaşadığım için istemediğim şeyleri duymamak daha kolay oluyordu. Benim tanıyan sevgili ailem de hiç üstüme gelmedi bu konularda. Nasıl gelsinler ki? Zamanında okula bile dayak yiyerek gitmiş ve sürekli baskıdan kaçan bir yapım olduğunu bilen ve bununla yıllarca yaşamak zorunda kalan bir aile ne yapabilir ki? Hele bir de evlat olunca.. Tabii ki hiçbirşey. Ya evlatlıktan red edecekler ya da durumu böyle idare edeceklerdi. Aklıma gelmişken  umarım onların kafasını şimdiye kadar pek ağrıtmamışımdır.

Madem kaçmıyorum, neden mi ikametgahımı değiştirmedim? Neden başkalarına bu kadar yük oldum? Çok basit. Ben ne vatanımı, ne ailemi, ne dinimi ne de başka bir şeyi seçtim. Üzerime giydiğim kıyafetler dahil herşey benim için dışarıdan bir dayatma. Ancak kimseye bir hesap vermek zorunda hissetmedim kendimi. Hesap isteyen çok oldu ama galiba ben vermemeyi başardım. Kendim hariç kimseyle bir alacağım vereceğim yok. Neden bir başkası veya devlet benim oturduğum yeri bilsin ki? Neden onu kendime çekeyim ki? Ne yediğimi, içtiğimi arkadaşlarımı, düşüncelerimi onunla paylaşayım ki?

‘O’ kim bir kere?

Nereden çıkmış nasıl olmuş? Bir de üzerine kendilerine borçlanmışım haberim yok. Haberim var ama sanki her haber verene gitmekle mükellefim. Eğer vatan borcuysa zaten 5 yıl zorunlu ilkokul okuyup bir de üstüne 6 yıldan fazla orta ve lise eğitimi aldım. Hepsi acı içinde geçirdiğim yıllardı ve mezuniyetim bile o zaman çıkan bir yasa sayesinde olmuştu. Eğer ortada bir borç varsa ben zaten aklımın şekilleneceği ilk yıllarımı devlet babaya kayıtsız şartsız vererek yapmışım. Eğer benim nasıl bir vatan evladı olduğumu görmek istiyorsa devlet, açsın arşivlerini ve karnelerime baksın. Kaldığım sınıfların, aldığım cezaların listesini bi incelesin. Eğer onda yoksa arşivimden çıkarıp gösterebilirim esasında beni nasıl yetiştiremediklerini.

Ayrıca o yaşta seçme şansım yoktu, tabii ki herkes böyle yapıyordu, neden bana başka türlü  davranılsın ki? Ama çok acımasızca değil mi? Daha yemek yemek, giyinmek gibi en temel ihtiyaçların dahil birilerine bağımlı ol, sonra bir kurum çıksın ve ‘ben seni yetiştiririm’ desin. Çok sinsice. En savunmasız ve en her şeye atlayabileceğiniz zamanlar. Biz de elimiz mahkum kabul ediyoruz. Bir sürü dayatma. Marşlar, antlar, sıra olmalar, bacak bacak üstüne atmamalar, sınıfta arkadaşınla bir rahat sohbet edememeler.. Çişe gideceğin zaman bile belli. Daha o yaştan vermişler tornaya biçimlendiriyorlar.

Şimdi bakınca nasıl da açık seçik gözüküyor o yıllar. O zamanlar tabii farkına varmıyor insan.
Peki neden ben bu dayatmaları  kabul etmek zorundayım ki? Neden birey olamıyorum? Neden kendim için varolamıyorum? Neden anatomi öğrenmiyorum da anlamadığım duaları öğrenmek zorunda kalıyorum? Neden gökteki yıldızları öğrenmiyorum da sonradan kültürümüzle alakası olmayan dilleri öğrenmek zorunda kalıyorum? Nedenler böyle uzar gider. Benim doğrularım var hayatta ve ‘bu neden?’ diye soracağım onlarca soru oldu hayatımda. Nedenleri yıllar geçtikce anladım ama bunları NEDEN KABUL ETMEK ZORUNDA KALDIĞIMI gerçekten anlamıyorum.

Kesinlikle başka birşey için varolmayı kabul etmiyorum. Canım yandığında bunun acısını ben çekiyorum. Sıkıldığımda oflayan ben oluyorum. Depresyona girersem hayaller ile ben başa çıkmak zorundayım. Tam tersi mutlu olduğumda ben gülüyorum, kızları görünce ben tahrik oluyorum. Keyif de benim, acı da benim. Peki neden bana ait olan ve benim ölümümle yok olacak bu duygular üzerinden başkalarına çıkar sağlayayım? Neden varlığını bile sorgulayamadığım bir yapıya hizmet edeyim? Neden sevincim karnemdeki numaralar ve bunu takip ederek alacağım çok haneli maaşlar olsun?

Neden başka bir sistem seçmek ya da denemek şansım olmasın ki?

Hizmet edenlerin ve böyle yaşayanların ne günahı mı var? Tabii ki hiçbir günahı yok. Herkes kendinden sorumlu. Herkes hesabı esasında kendine veriyor. Kimi farkında ve kabullenmiş, kimi farkında değil. Açıkcası kendimi haklı gördüğüm konularda sadece kendimi haklı görüyorum. Herkesin gerçeği kendine. Kimseyi kendi bulduğum doğrular üzerinden yargılamak ve sınıflandırmak istemiyorum.

Nerede kalmıştık… 14 yıl sonrasında artık yoklama kaçaklarının aranmayacağını öğrendim. Mahkeme kararı gerekiyormuş. Kafamdaki tüm dengeler değişti. Ben burada yaşamaya ve zamanı geldiğinde karşıma çıkacak bu askerlik konusu ile yüzleşmek üzere yaşamımı zaten bir rutine oturtmuştum. Sonra bir gün adalet bakanı beni ve benim gibi olan yüzbinlerce kişiyi serbest bıraktı.

Gezmeyi seven, değişik kültürleri ve insanları tanımayı seven hep yolculuğun, gitmenin iyi geldiği BEN sonunda bu coğrafyadan başka coğrafyalara gidebilecektim. 36 yaşımda ilk kez kuzey avrupa’ya gitme şansını elde ettim. Şans mı? İşte burası tartışılır. Şans diyelim şimdilik. Ne pasaport polisini geçtiğimde ne de uçaktan baktığımda ‘sınır’larda kırmızı çizgiler görmedim. Ülkelerin üzerinde isimler de yazmıyordu. Yıllarca baktığım haritalar bile yalanmış esasında. Arkadaşlar, sınırlarda ciddi ciddi silahlı arkadaşlar var. Herşeyin şaka olmadığını ve Hollanda’nın gerçek olduğunu, yanında Belçika diye bir ülke olduğunu plakaların ve dillerin nasıl değiştiğini gözlerimle gördüm. Nasıl mı? Adalet bakanının yayınladığı genelge ile. O zamandan beri yol planları yapıyorum. Profesyonel mesleğimin deniz üzerinde olması yolculuk planlarımı daha bir anlamlı kılıyor ve çocukluğumdan beri hayalini kurduğum dünyanın en yüksekteki gölüne gitmekten, güney okyanuslarında charter yapan firmalarda çalışmaya kadar bir sürü proje kuruyordum kafamda. Bir yandan da ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum, yıllarca hapis yatan, ya da 80 sonrası kaçmak zorunda olan arkadaşlarım gibi daha paranoyak bir hayat yaşamadığımı. Biraz esaret ile beraber artık dünya benimdi. Hem hapis yatmadım hem de şimdiye kadar yurtdışına çıkmak haricinde ne istediysem yaptım. Şans mı? Olsun sonuçta yapmıştım.

Şimdi ne mi oldu? Dün yani 26 Mart günü artık sistemin eski haline döndüğünü gördüm. Uzun lafın kısası her an aranmaya başlayabilirim. Sadece ben mi? Yüzbinlerce kişi. Her an kendimi yüzbinlerce arkadaşımla askerlik şubesinde bulabilirim. Şu anda 14 yılda oluşan ve sonrasında kaybettiğim reflekslerimi tekrar kazanmaya çalışacağım. Kesinlikle daha önce de yaptığım gibi herhangi bir şeyden kaçmayacağım ama gidip kucaklarına da oturmayacağım. Neden gideyim ki? 37 yıldır barış içinde geçirdiğim, kimseye tokat bile atmadığım huzurlu bir hayatım varken neden şimdi gidip birilerinin nasıl gırtlaklanacağını öğreneyim ki? Kendimi ve vatanımı savunmak için mi? Kendim ve vatan mı?

Hadi canımmm ben devlet olmasa da var olabilirim ama ben olmadan ‘O’ var olabilir mi acaba?

Yorumlar
11 Yorum to “Olmadı bir daha çağıralım bakalım…”
  1. Hayat says:

    “Sen” olmadan “O” var olur. “Biz” olmadan “O” var olamaz.
    Bu sebepten kendini bir bok sanmanın anlamı yok. Adam ol yeter…

  2. melda says:

    sevgili deniz, en az “telesekreter mesaj bırakır”kenki kadar güzel yazmışsın 🙂 bu konu her açıldığında, iyi ki erkek doğmamışım, israil (ve kadınların zorunlu asker olduğu başka hangi ülke varsa onun) yurttaşı değilim, diye şükrediyorum halime! savaşın temizi, kirlisi ve öldürmenin yasalı, yasa dışısı nasıl oluyor, (çok da kalın olmadığı halde) kafam bunu asla almıyor! oldukça can sıkıcı bu değişiklik, ama bunu bir “felaket” diye tanımlamamalısın, diyorum hariçten gazel okuyarak… “felaket” lafını görünce, babanı alıp, “deniz nerde söyle,” diye işkence falan yaptılar diye düşünmekten kendimi alamadım. olayı, (en az benim genelde adetim olduğu kadar) abarttığını düşünüyorum. en az bir 36 yıl daha barış içinde ve halinden memnun yaşamaman için neden olmamalı bu durum (zaten belli bir yaşta, “çağdışı” olunuyordu bildiğim kadarıyla, yakandan düşüyorlar yani o zaman). kesin olan tek şey var: o da değişim; yine değişir… merak etme.

    bu arada ismini bilemedigim “hayat” rumuzlu “insan”ın yazdığı yorumda geçen “Adam ol yeter…” lafı (son zamanlarda bana fenalık getiren) başka bir konuyu çağrıştırdı: ne demek “adam” ol? 48 yıl sonra beni feniminist yapacak “bu adamlar”! yoksa deniz şimdi de “adam” olamayıp “kadın” olma tehlikesi içinde filan mı acaba? amanın ne “felaket”!

  3. duygu says:

    denizciğim,
    melda o kadar güzel yazmışki,başka söze gerek yok, sevgiler.

  4. hilal demir says:

    Merhaba deniz,

    oncelikle duygularini bu denli icten ve dolaysiz paylasimdan etkilendim demek isterim. 🙂 ben yazini okurken sonlarina dogru ahanda bu bir vicdani red deklerasyonuna donusuyor diye dusunmedim de degil. gerci bir nevi de oyle. dikkat et bi de 311 den yargilanma 😛
    bu arada meldanin da bir kadin olma ile yazdigi duyguyu ben de tasiyorum azcik ama wri nin nisanin sonunda kadin retciler uzerine bir kitabi yayinlaniyor, benim de bir yazim var orda (reklamlar :P), orda da bayaa etkileyici yazilar okudum..
    lakin bu arama olayinin pratige nasil yansiyacagini ben de merak ediyorum, sanirim en cok yurtdisi seyahatleri etkilenecek. kimbilir belki ucak sirketleri azalan bilet satislari nedeniyle yasanin tekrar degismesini talep edebilirler.. 🙂
    ve evet’ adam ol’ kadar gicik ustune gicik oldugum baska bir laf daha yok bu kadar yogun kullanimindan dolayi! olmiyacagim, reddediyorum!!! 🙂
    sevgiler deniz, melda..

  5. elif says:

    Maalesef Türkiye’deki “hayat” bize hep ne olmamız ve nasıl olmamızı söyleyip duruyor sanki. “Adam ol ama kendini bi bok zannetmeden adam ol!” “kadın ol ama oturmana kalkmana dikkat et!” ” kadınsan kadınlığını bil” “adamsan askere git, gitmezsen ‘oğlan’ derler alimallah” “adamsan kız peşinde koş, kimse pas vermezse bastır parasını işini gör” “kadınsan kuyruk sallama millete. sen kuyruk sallamazsan elalem de sana musallat olmaz” çelişkiler zinciri…..”hayat”ın bizi özgürlüklerimize yabancılaştırmak için kullandığı kendi içinde çelişkili basma kalıplardan sadece iki dakkada aklıma gelenleri…

    Diyorum ki Deniz’in bu yazıyla birlikte kitlesel bir vicdani red kampanyası başlatalım, sponsor olarak da Havayolu şirketlerini kullanalım 🙂

  6. Deniz says:

    HAYAT rumuzuyla yazan kişinin ne demek istediğini anlamadım. Zaten ol(a)madığım ve olmak istemediğim bir ‘adam olmak’ düşüncesi üzerine yazmıştım. Bunlar yaşadıklarım ve yaşadıklarımı anlattım. Bu emir cümlesinin anlamını anlarsam cevap vermekten mutlu olacağım.

  7. güneş says:

    yollar bozulur…
    iyi ki bozulur!
    neyse ki!
    bozulmaları gerekiyordur da bazen.. aynı “kafa karışıklığı iyidir” demek gibi bir şey….
    çünkü var olan bozuk giden düzeni değiştirir o kafa karışıklığı aslında!
    yeni bir yoldur, belki hiç de önceden tahmin etmediğimiz, hesaplamadığımız bir yoldur karşımıza çıkacak olan…

    bu yazıda en çok dikkat ettiğim bu cümle oldu aslında: bir yolda gidiyordum, bozuldu…
    ve bir de tabii ki “neden birey olamıyorum? Neden kendim için var olamıyorum?”
    kesinlikle başka bir şey için var olmak zorunda değiliz zaten, bunun için de önümüzde hiçbir engel yok kendimizden başka… ne devlet, ne aile ne de başka bir şey…

  8. punk hakan says:

    guneydogu daglarinda aptalca dolasip bir teroristin ! beni vurmasini bekleyerek gecti askerligim.mayinli sahaya girdim yanlislikla gene olmedim.kadere ve hayirla serrin devletten geldigine inanmaya basladim orada.o ol demeden olemiyorum bile ya.
    bu arada sicayim klavyeme turkce karaktor kullanamiyorum bi acayip oldu yazi ya.

  9. Yasin aktimur says:

    Uzun zamandır keyif alarak blog yazısı okumuyordum sitenizdeki tüm yazıları okudum diyebilirim zaten bu tür şeyler hep ilgimi çekmiştir ama zeka seviyesi biraz yüksek olan kişiler bu tür paradigmaların zaten farkında artık bunların var olduğunu değil bunlara nasıl cözüm bulacağımızı ve neler yapılması nasl davranılması gerektiğini yazmalısınız sizin gibi düşünen belli başlı tanıdıklarım var başında babam geliyor malesef ki böyle kişiler hayata küsmüş durumdalar ve ellerinden hiç bir şey gelmiyor nothing 0.Ben twitteri.org u geliştiricisiyim benim durumum biraz farklı şükür 🙂

  10. nives says:

    bir de söyle bir durum var, diyelim yakalandin ve bir sekilde zorla gittin askere, seni Diyarbakir`a ya da ne bileyim Dersime gönderdiler.. Diyelim ki ben de orada yasayan bir cocugum, cesmeye giderken seni gördüm korktum. Cok tuhaf degil mi.

Yorum Bırakın