Bu barışçıl bir eylemdir, lütfen polis çağırın!

Tam altı ay sonra geldiğim Türkiye’de çok tuhaf hallere tanık oldum bu sefer. Otobüsteki insanlar daha bir mutsuz, youtube’den video izlemek için insanlar bir takım sanal tünellerden girip çıkmak zorunda kalıyor, Karayalçın yerel seçimlerde yine ve ısrarla aday, genç kızlar ve çocuklar birbirlerine aşkitom ve okeyto filan diye hitap ediyolar. Esasında çok acayip şeyler değil bunlar hani dışarıdan bakınca. Ama tam ortasına düşüp bütün bunları deneyimlerken bir tuhaf hissediyor insan. Yani insanların gönüllerince yaşayabilecekleri alan gittikçe daralıyor gibi; bunun verdiği korkuyla tehlikeyi görmezden gelmek için olası çıkış yollarını aramaktan kaçıyor ve arayanlardan da kurtulmaya çalışıyor net bir çoğunluk sanki.

Geçtiğimiz Pazartesi akşamı haberlerde, bu sene beşincisi İstanbul’da düzenlenen 15 devlet başkanı, bilmem kaç tane Birleşmiş Milletler üyesi ve binlerce konuk ile birlikte tabi ki ülkeye döviz akışının sağlanacağı, gündemi daha çok büyük barajlar ve su özelleştirmesiyle meşgul Dünya Su Forumu’nu protesto için yapılan mitingde polis tarafından tutarsızca tartaklanan barışçıl aktivistleri gördüm. Bir karede, beş tane Çevik Kuvvet üniformalı polis, bir aktivistin başına toplanmış onu döverken başka bir polis araya girip aktivisti kurtarmaya çalışıyordu. Ve bir sonraki karede Başbakan ile diğer ülke liderleri sahnede elele tutuşup gülümsemek suretiyle forumun ne kadar başarılı bir girişim olduğunu yansıtmaya çalışıyorlardı kameraya.
(Dipnot: Alternatif Su Forumu 20-21-22 Mart tarihlerinde Bilgi Üniversitesi’nde düzenleniyor.)
Ertesi sabah Greenpeace tırmanıcıları Ankara-Kızılay’daki bir pasajın tepesinden, yapılması planlanan nükleer santrale karşı pankart açmak istiyorlar, şiddetsiz doğrudan eylem yöntemiyle. Çatıda ise doğrudan şiddetle karşılaşıyorlar. Kendini kaybetmiş bina güvenlik görevlileri hem kendi canlarını hem de eylemcilerin canlarına tehlikeye atmak pahasına paldır küldür dalıyorlar eylemcilere. Binanın çatısındaki aktivistler bir yandan pankart açmaya çalışırken bir yandan birisinin hayati bir zarar görmemesini sağlamaya çalışıyorlar. Üstüne de az dayak. Benim firkrimce bu güvenlikçi abiler son birkaç haftada başlarından geçen her türlü kötü olayın hıncını bu barışçıl aktivistlerden çıkartıyorlar. Mutlu da olmuşlardır sonradan zira korku dolu yaşamlarının verdiği tüm stres ve bastırılmış kini, kendilerinden farklı (genç, uzun saçlı, sakallı, küpeli müpeli) görünen ve pasif direnişten vazgeçip kendilerine şiddetle karşılık vermeyecek bu eylemcileri döverek çıkartıyorlar. İlginçtir ki olay yerine polisin gelmesiyle eylemciler rahatlayıp, o binanın tepesinden atılmayacaklarını hissederek pankartlarını açabiliyorlar.
Yazının başında söylediğimle aynı şeyi söylüyorum yani: insanlar mutsuz ve hayatları gittikçe daha da bastırılmış bir hale geliyor. Bunun dışına çıkıp tüm resme uzaktan bakmadan gerçekte ne kadar sınırlı bireysel özgürlük alanlarının kaldığını görmek çok zor. Bunu görmeyince de kabullenme süsüyle üstü örtülen şiddet ortaya çıkıyor çünkü bireysel alanları daraltan sistemi, kişiler gibi kolayca parmakla gösteremiyorsun. Ötekine uygulanan şiddet, esasında kabullenememe halinin bir dışavurumu farkında olmadan. Kabullenemeyip sesini yükselteni susturmaya çalışmak, sistemin baskıcı doğasına itaat etmek ve bunu dayatmaya çalışmak ancak kişilerin korku ve güvensizliklerinden dolayı ortaya çıkabiliyor. Bu korku ve güvensizlik çok birikince ve de toplumda yayılınca yaratıcılık perisinin de yardımıyla yapıcı-veya eskide kalanı yıkıcı- bir hale dönüşüp güçlü, toplumsal bir hareket haline gelebilir. Ama kültüründe hiyerarşi ve militer korku ile devlet “baba”nın yerleşmiş olduğu bir topluma yaratıcılık perisi uğrasa da ona açık olabilecek kadar farkında bir çoğunluk ortaya çıkar mı bilemiyorum.
Yorum Bırakın