Garibaldi Garibanının Hali



Yokuş aşağı esler çizerek iniyorum….es çizmesem diklik ayakta durarak inilecek gibi değil, neyse ki esler çizerek makul bir eğimde patikadan aşağı doğru inebiliyorum…ne kadar zamandır…bir saati geçmiştir her halde…günün hangi saatinde olduğumu söylemem çok zor, yoğun yağmur ormanlarının içinde günün sadece iki farklı durumu var…ya hafif aydınlık ya komple karanlık…sabahtan beri yoğun kar yağışı var, neyse ki ormanın içine girdiğimizden beri üzerimize daha az kar düşüyor…açıklıkta batan karda debelenirken yürümeyi yeni öğrenmiş iki kardan adam gibiydik…üzerindeki karı silkelemenin de faydası olmuyordu, nasıl olsa iki dakika sonra tekrar bembeyaza kesmiş oluyordun…rüzgar da biraz daha azaldı, ağaçlar rüzgarı kesiyor ne de olsa…nasıl kesmesin yirmi otuz metre boylarında askerlerin omuz omuza dizildiği bir tabur bu yağmur ormanı…dizlerimin yavaş yavaş çözülmekte olduğunu hissediyorum… sırtımdaki çanta gittikçe ağırlaşıyor, omuzlarımda acı ve uyuşukluk var nicedir…aşağıya doğru atılan her adım biraz daha sancılı, biraz daha fazla dikkat gerektiriyor…işi zorlaştıran patikanın üzerini kaplamış olan yeni yağmış toz kar, şu an kayıp düşmenin sırası değil…hele bir denge kaybıyla patikadan dışarı savrulmanın hiç sırası değil…bu dik yamaç ve bu dizili ağaç gövdeleri hiç keyifli sonlanmayacak bir yuvarlanmanın sinyalini veriyor…yorgunluk artıkça kendime daha dikkatli olmayı telkin ediyorum, her bir adam daha bir temkinli ve sakin atılmalı…bir adım ve bir adım daha…ayağının zemine iyice yerleştiğinden emin ol ve bir adım ve bir adım daha…alçalıyorsun işte…bir adım ve bir adım daha…Dün çıktığımız yer burası mıydı? Tüm gece boyunca yağan kar bir gün önce çıktığımız patikayı bem beyaz bir örtüyle kaplamıştı. Oysa ki daha dün patikanın büyük bölümünde hiç kar yoktu, yukarlardı ki karlı bölüm ise sertleşmiş sorunsuz bir kardı. Dün hava da çok güzeldi. Cuma günü hava durumuna baktığımızda haftasonu için kapalı ve kar yağışlı dese de, Cumartesi günü hava inadına güneşli idi. Kamp yerine tırmanırken ormanın içinde çok fazla güneşi hissedemediysek de, yol boyunca ışık hüzmelerinin ağaç dalları ile yaptığı dansı izlemiştik…yoğun bir yeşilliğin içinde kaybomuştuk… çimlerin arasında yolunu bulmaya çalışan karıncalar gibiydik…

Burası Garibaldi Eyalet Parkı, Britanya Kolumbiasındaki en etkileyici yerlerden, Kanadadaki en güzel doğal yaşam parklarınlardan birisi…Vancouver’ın sadece 97 kilometre kuzeyinde, dünya
klassmanında bir kaya tırmanış yeri olan Squamish’ten ise sadece 17 kilometre uzaklıkta… 2000 kilometrekare bir alanı kapsayan park, içerisinde bulunan yağmur ormanları, el değmemiş vahşi yaşamı ve onlarca dağ, göl ve deresi ile ziyaretçilerine inanılmaz manzaralar sunuyor… Kamp yapacağımız Garibaldi Gölü, arabayı bıraktığımız park yerinden 850 metre yukarda. Bu 850 metrenin de yaklaşık 750 metresi bir solukta yağmur ormanlarının içinden çok dik bir yamacı esler çizerek çıkılıyordu…bu şu anda da inmeye çalışmakta olduğumuz yamaç…aslında bu yamacı çıkarak derin bir vadiyi aşıyoruz. Vadinin tabanında Garibaldi gölünden gelen suyun oluşturduğu bir dere var, daha aşığılarda bu dere büyüyüp Rubble dersini oluşturuyor, Rubble deresi de Cheakamus Nehrine bağlanıyor…Vadinin kapandığı yerde ise büyük bir şelale akıyor, şelaleyi göremedik ama tırmanışımız boyunca metrelerce yukardan vadinin tabanına, boşluğa, kendini bırakan suyun kayalara çarparken çıkardığı görkemli uğultuyu dinledik…


Önümde Trey köpeğiyle ilerliyor, arada onları izliyorum…içimizde en iyi durumda olan her halde Trey’in köpeği, bıraksan koşarak inicek aşağılara…tüm faaliyette keyifle bize eşlik etti, sabah batan karda atlayıp zıplayarak yılmadan ilerledi, kar fırtınasına bana mısın demedi, dün gece bizimle çadırdaydı, sabaha karşı çadırda yediğimiz soğukta o da üşüdüyse de yine de sesini çıkarmadı…Aslında soğuğun sebebi çadırdan veya dışarının soğundan çok yağan kardı…çadırın üzeri gece tamamen karla kaplanınca, ağırlıktan dış tente ile iç tente temas etmeye başlamış, bir de hava sirkülasyon yerleri kapanınca içerde terleme ve ıslaklıkla birleşip dışardaki soğuk aynen içeriye de etki etmeye başlamış…biz uyku tulumlarımızda uyku sersemliğiyle titremekten, sorunun ne olduğunu bile fark edemedik, havanın soğukluğuna verdik kabahati… Yediğimiz soğuğa rağmeni sabah çadırdan çıktığımızda karşımızda bulduğumuz Garibaldi Gölünü çevreleyen dağların üzerine çökmüş puslu bulutlar üzerinden doğan güneşin manzarası, gece çektiğimiz çileyi bir anda alıp götürmüştü. Bir anda kendimizi başka bir gerçeklikte bulmuştuk… Göl sabahın sakinliğinde huzur veriyor, gölü çevreleyen beyazlık insanı kendinden geçirtiyordu… Gece yiyeceklerimizi olası bir ayı saldırısına uğramamak için göl kıyısında ki barınakta bırakmıştık, iyi ki de öyle yapmışız çünkü dönüş yolunda barakanın çevresinde ayı izlerine rastladık… sabah kahvaltısını da aynı barınakta yapıyoruz… ocak kahvaltı boyunca Black Tusk yürüyüşü için ihtiyacımız olacak suyu kaynatmakla meşgul…Kahvaltı sonrası çadırı ve eşyalarımızı toparlıyoruz, dönüşte zaman kaybetmemek için bu işi şimdiden yapıp, eşyaları yol ayrımındaki uygun bir noktada benim çantanın içinde bir ağaç altına saklayacağız… O hazırlık yaptıysak da Black Tusk’a çıkamadık ama…biz ona yaklaştıkça, o havayı daha da bozdu, kendini daha da ulaşılmaz kıldı… yükseklik artıkça ağaçlar azaldı ve açıklıkta ilerlemek kaldık…etraf açıklık olunca haliyle gece yağan kardan dolayı kar batmaya başladı…hava kapattı, kar yağışı başladı, sonra hızını artırdı, rüzgar başladı, sonra şiddetini artırdı, görüşümüz hızla düşmeye başladı, hava iyice soğudu…bütün veriler hızla yaklaşmakta olan bir kar fırtınasının içine girmek üzere olduğumuzu gösteriyordu…ki bu noktada zaten patikayı takip etmekte zorlaşmaya başlamıştı, ağaçlık alanda dallara asılı fosforlu işaret bantlarını takip etmek kolaydı, ama açık alanda fosforlu bantların arası da oldukça açılmıştı ve uzun bir süredir hiç bir işaret de görmemiştik… fırtınanın içerisinde görüşümüz iyice düşerse, kaybolmamız an meselesi olurdu…dönmek tek mantıklı seçenekti…ama bütün bu debelenme ve soğukta üşüme iyice enerji kaybettirmişti…dönüşte öğle yemek molası planlarımız da aynı kar fırtınası yüzünden iptal olmuştu, beş dakikanın üzerinde mola verebileceğimiz korunaklı hiç bir yer yoktu, kar, rüzgar, tipi…bu soğukta ve karda korunaksız bir yerde duramazdık…hızla aşağıya inmek de tek mantıklı yoldu…ama açlık ve yorgunluk ve bu esler çizerek inilen dik yamaç…dizlerimin giderek çözülmekte olduğunu hissediyorum…bir adım ve bir adım daha… ayağının zemine iyice yerleştiğinden emin ol ve bir adım ve bir adım daha…Dün bu dikliği çıktıktan sonraki yürüyüşümüz çok keyifli olmuştu. Hafif eğimle arada yükselerek Garibaldi gölüne doğru ilerlemiştik. Yolda ilk önce Barrier Gölünü, ardına çevresini turladığımız Küçük Garibaldi gölünü geçip kamp yapacağımız yer olan Garibaldi Gölüne varmıştık…Göllerin çevresi kırmızı sedir veya çam ağaçları ile çevreli…ağaçların yaprakları yağan karla ağırlaşmış…akşamın renk cümbüşünde göllerde ışık ve ağaçların yansımaları bize eşlik ediyordu…Oysa şimdi bu yamacı inmeye uğraşıyorum… Bir an duraklıyor ve kafamı gök yüzüne kaldırıyorum…büyük kar tanelerini ağaçların arasından süzülerek aşağıya iniyorlar…yirmi otuz metrelik dev ağaçların oluşturduğu perspektifin altında eziliyorum…hava tamamen bulutlarla kapalı olsada kar yağan günlerde oluşan bir parlıklak var gökyüzünde…karanlık yağmur ormanının zemininden yukarıya doğru bakınca aydınlığa uzanıyorum…içim bir ferahlama ile doluyor…kar taneleri narin hareketlerle süzülüyor…uzaklardan gelen şelalenin uğultusu dışında mutlak bir sessizlik var…Trey’i artık önümde göremiyorum, köpeğiyle birlikte biraz tempoyu artırıp aşağılara doğru çoktan kaybolmuş…çok da umurumda değil…şu an çok da bir şey umurumda değil…yaşamın gerçekliğinden çok anın gerçekliği veya masalsılığıyla ilgileniyorum…hafif sersemlemiş olarak yavaş yavaş alçalmaya devam ediyorum…arada kafamı kaldırıyorum, ve yine kar taneleri, her yer kar taneleri, bem beyaz, lapa lapa, gök yüzü aydınlamış, ağaçların arasından kar taneleri parıldayarak süzülüyor…görüntü gerçekliğini kaybetmeye başlıyor…kar taneleri giderek yavaşlıyor, çok daha yavaş ve çok daha narin hareketlerle süzülüyorlar…ben yalpalayarak şaşkınlıkla kar tanelerini izliyorum, parlayan gökyüzünü, görkemli ağaçları, dikliği…sırtımdaki çanta ile iyice ağırlaşmışım, her adımımla yere saplanıyorum…oysa ki kar taneleri ağırlıksız gibiler…hafif ve kırılgan ve güzel…ama her biri birbirinden de farklı…bir sürü farklı hafiflik bir sürü farklı kırılganlık bir sürü farklı güzellik…ve çok sakinler, hiç bir aceleleri yok…onlara baktıkça zaman yavaşlamış gibi geliyor…elimi havaya kaldırıp avucuma inen kar tanelerine sersem sersem bakıyorum…bir kendini bırakıverme hissi ile doluyorum, aynı bir kar tanesi gibi hava da süzülme, aynı bir şelale gibi boşluğa kendini bırakma…hafiflemek kırılganlaşmak ve güzelleşmek…çok fazla mücadele etmiyorum…bu itki ile kendimi yavaşça dik yamaca bırakıyorum ve kaymaya başlıyorum…eminim bir ağaca çarpmadan önce beş tane daha kar tanesi sayabilirim….

NazIm

ps: Bu faaliyette çektiğim fotoları
http://picasaweb.google.com.tr/nazimkeven/GaribaldiLake ‘de
bulabilirsiniz.

Yorum Bırakın