IMF! Pabucu yarım…

IMF, pabucu yarım çık dışarıya oynayalım!!! dedik. Çıktılar mı ? Çıkmadılar. Ne yaptılar peki? İçeride kalıp o çok sevdikleri rakamları, sağlığın, eğitimin, güvenliğin, insanların, özgürlüğün yerine koyarak oyunlarını oynamaya devam ettiler. Bu beyaz kağıt iklim olsun, bu bol sıfırlı küçük kağıt gelsin evlensin onunla, sonracığıma orasında burasından 1’ler 0’lar sarkan çocuklarıyla mutlu mesut yaşasınlar. Çoçuklar haydi bakayım kavga etmeden oynayın, oğlum ver arkadaşının çekini, sen de bozma kardeşinin haklarını bakiim.

Herneyse, zaten nasıl bir ebelemecilik oynadıklarını herkes biliyor herhalde. Aynı zamanda dışarıda neler olduğunu da biliyoruz. Oyunu değiştirmek isteyen kitle taksim meydanını hınca hınç doldurduktan sonra yürümek isteyince ortalık bir anda karıştı. Polis eylemci ebelemeciği başladı bu kez. Bildik manzaralara şahit olduk yine. Gaz bombaları, plastik mermiler, panzerler ve pvcnin arkasından bakan boş gözler.

Ben alandaki insanların, kendini bir şekilde bu dünyanın bir parçası gibi hisseden ve bu yüzden, üzerinde oynanan oyunları da yüreğinde hisseden insanlar olduklarını düşünüyorum. Çoğalması gereken, duyulması gereken insanlar… Önüne ne kadar engel koyarsanız koyun, su er ya da geç akacak bir yön bulur. Birikir birikir, sonrada kayaların yerini değiştirir. Henüz en büyüklerini oynatacak kadar birikememiş ki, banka camlarında, polis arabalarında, kaldırım taşlarında, sapanlarda patladı dalgaları. Çok uzak olmasa gerek tsunamilerin patlayacağı zamanlar. Bunlar iyiye işaretler.

Tüm bunlar olup biterken bir de beyazlar giymiş bir adam vardı meydanın ortasında. Elinde, bir tarafında “Gül Güçtür”, diğer tarafında “Power to Imagination” yazan bir pankart vardı. Herhalinden şiddetsizliği tercih eden bir aktivist olduğu belliydi. Elindeki gülleri panzerlere uzatmaya çalışırken, tazyikli suyun altında defalarca yıkandı. Ama kıpırmadan durdu yerinde pankartını kaldırarak. Sonra polislere vermeye çalışırken güllerini yine itildi kakıldı sağa sola. Hatta en sonunda kendisine arkadan saldıran ve istiklal esnafı olduğu söylenen kişiyle dahi konuşmaya, sorununu anlamaya çalışırken gördüm onu. Yediği yumruklara rağmen hala şiddetsiz ve hala sakindi. Sağda solda polislerin önüne çıkıp dansetmeye devam etti. Bir ara bir kameraya semazen olduğunu, barış için sema ettiğini söylemeyi de ihmal etmedi. Beyaz arkadaşımızın eylemi, gülleri bitip pankartı yırtılınca sona erdi.

Şiddet ortalıkta kol gezerken, kimileri bunu mesajını iletmek için ya da sadece biriktirdiklerini atmak için bir yöntem olarak tercih ederken, aynı alanda şiddetsizliği tercih eden eylemciler de vardı. Sayıları daha fazla olsaydı, “çatışma çıkar biz karışmayalım”cılar da meydanda olsaydı, denge daha başarılı kurulmuş olurdu sanki. Bakınız bu beyazlı abi herşeyin ortasında yaratıcı eylem denilebilecek tarzıyla bol bol haber olmayı başardı.

Diyeceğim o ki; kimin doğru kimin yanlış olduğunu tartışmak benim işim değil. Zaten böyle birşey de yok. Çünkü o alana şöyle bir yukardan baktığınızda görülen şey başka birşeydi bence. Farklı renkler, farklı bayraklar, farklı yöntemler. Siyahlar giymiş ve yüzleri siyah peçelerle kapalı gençlerin yanında, beyazlar içinde başka bir tarzın eylemcisi. Hani herkes tartıştı ya hedef şaştı mı, mesaj yerine ulaştı mı diye. Bence gözleri açıp bakmak lazım. Zaten mesajın ta kendisi olmuşlar bu insanlar birlikte. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az demişler. Oradaki herkesi kucaklamak lazım tek tek.

Ou-San

Yorum Bırakın