Ünlü Ünsüz Sertleşmesi

Ünlü olmalısın prenses,

Ünlü olmalıyım. Hepimiz ünlü olmalıyız. Öyle ünlünün birinin dediği gibi 15 dakikalığına değil hem de. Baya bildiğin ünlü olmalıyız. Çünkü ünlü olunca yaşarsın. Öldükten sonra da yaşarsın. Seni tanımayanların, hayatında görmemiş ve görmeyecek olanların kafasında, kalbinde, bi şekilde yaşarsın. Bak az önce ünlünün birinden alıntı yaptım, 15 dakika göndermesinde. Andy Warhol. Kimdir bu abi? Ne önemi var, ünlü işte. Ve o yüzden benim ne dediğimden daha önemli onun ne dediği. Kendi derdimi anlatmaya çalışırken sana, elin Amerikalı ibişinden alıntı yapıyorum, sözlerim daha etkili olsun diye. Çünkü o ünlü. Onun ne dediği benim ne dediğimden daha önemli.

Popülizmin kime ne faydası var diyebilirsin şimdi bana. Ama tüm ünlüler popülist değil ki. Pisliğiyle ünlü olanlar da var, aptallığıyla da, büsürü başka olumsuz niteliğiyle de. Kimse sevmese bile herkesin tanıdığı kimseler de var. Klişeye giriyorum diye adamlar gelip dövmesin, Hitler örneğini geçeyim. Ünlü(!) bi yönetmenin karısını kesen satanist lider de ünlü oldu. Herkes hayatta başka bi konu kalmamış gibi sadece aşk üzerine şarkı yaptığı için, naneye muza şarkı yapan, yarım akıllı gibi görünen elemanın biri ünlü oldu. Benzer biçimde klibinde koşan genç popçu, 70 küsür yaşındaki Toprak ağasıyla evlenen 17’lik çıtır, kendi 17’lik çıtırının kafasını kesen zengin çocuğu, memleketi komünist gençlerden temizleyen korkunç suratlı seri katil (daha yeni serbest bıraktılar, her gece kapını kilitle prenses) hep ünlü.

Ve insanlar bunlar hakkındaki şeyleri merak ediyolar. Hatta ünlülerin kullanılmış selpaklarını falan biriktiren manyaklara kadar varıyor bu iş. Magazini çok aşıyor. Bu merak bildiğin gibi senin bi meslektaşının canını almıştı Paris’te. Aman sevgilinle nerelere takıldığına dikkat et prenses.

Troy filminde bi sahne vardı prenses, izlediysen ya da mitolojiden o meşhur savaşın hikâyesini okuduysan belki bilirsin. Atina ordularının en kahramanı Aşil kardeşe kâhin annesi der ki: Oğlum, evinde oturursan mutlu olucan, evlencen, çocuğun olcak, torunun olcak falan, süper mutlu huzurlu bereketli bi hayat yaşıycan, ama 5-6 kuşak sonra kimse seni hatırlamıycak. Savaşa gidersen, iki ay içinde ölücen, ama bütün dünya tarih boyunca seni konuşacak. İşte bu sahne, hikâyenin bu kısmı beni çok etkilemişti prenses. İki ay içinde öleyim, ama bütün dünya beni konuşsun. Zerre düşünmeden, hiç tereddüt etmeden kabul ederim, prenses.

Çünkü o zaman bi kişi olmam, bütün dünya olurum. Hikâyemi yazarlar, filmimi çekerler, şarkılar söylerler benim için. En azından web siteleri kurarlar, artık internet var. Ve ne yaptığım, ne dediğim şimdi taşıdığından çok daha büyük bi anlam taşır o zaman. John Lennon gibi sevgi ve barış mücadelesi veren ‘kitleler’ var, ama o, kendisinin de gayet farkında olduğu ve basına bildirdiği gibi İsa’dan bile daha ünlü. Dikkat, geçmiş zaman kullanmadım, çünkü ne İsa, ne de Lennon etlerinin kemiklerinin çürüdüğü gibi çürümeyecek.

Ne yaptığının, nasıl yaptığının önemi yok prenses. Hatta bazen kim olduğunun bile. Bakınız Banksy. Grafiti sanatçısı, ünlü. Tipini bilen gören yok, ama işleri ünlü.Hatta Banksy uzmanları var, sağda solda aynı üsluptan işler ortaya çıkınca “bu onun işi”, ya da“değil” diye hüküm bildiriyorlar.

Bazen bu ünlüler ünlü olmayanların hikâyelerini, laflarını çalarlar. Hadi çalmak demeyelim, onlara maledilir falan. Bi laf söylersin, uçar gider. Söz uçar yazı kalır. Bak ünlü bi lafla – atasözü, özdeyiş – açıkladım durumu. Ama aynı lafı o ünlü kişi tekrar eder bi yerde, ona yazar bütün puanlar. Bozcaada’ya gittim, Ata Demirer orda millete “komik hikâyeniz varsa anlatın, senaryo yazıyorum, işe yarar bak” diye anı topluyo(muş). Senin hikâyen ünlü olabilir, ama sen ünlü değilsen biraz zor.

Peki, biz neden ünlü olmalıyız? Çünkü o zaman osursan onu biriktirecek insanlar çıkacak. O senin tanımadığın ama seni tanıyan, sokakta televizyonda falan (ünlüsün ya, televizyonda da olacaksın) sana adınla hitap eden, mektubuna, mesajına cevap vermedin diyesitem eden, bir sonraki olayını (artık neyle ünlüysen onu) ne zaman nası şeediceeni çok merak eden insanlar. Ya da seni bi eline geçirse, patronunun, kocasının, başbakanın, İsrail’in falan hıncını senden alacak insanlar. İşte bu insanlara kitle denir. Ve bi kitlen varsa baya güçlüsündür. Artık bi kişi değilsin. Alelade, sıradan, ortalama değilsin. Artık her söylediğin, yaptığın kalabalıklar tarafından tartışılacak. Geçmişin didiklenecek ve analiz edilecek. Destekçilerin ve düşmanların birbirlerine seslerini yükseltecekler. Duruma göre Ali Kırca (ya da bi benzeri) tarafları sakinleştirecek falan. Ama işte gücün bir ölümlü insanoğlunun gücünden çok daha fazla olacak. Gerçekten dünyayı değiştirebileceksin! Ne tarafa istersen o tarafa çekebileceksin. Yine durdurmaya çalışanlar olacak, karşıtların, düşmanların. Ama gücün olucak.

Benim yaşam felsefem, bugüne kadarki geçmişim aslında belli. Ama şimdi benim gibi sıradan birini sen pek de iyi tanımayabilirsin prenses. Ya da sokaktaki adam dediğimiz o rasgele kişi karşıma çıkınca, bi ortamda yeni biriyle tanışınca, onun bildiği yerden örnek veriyorum. Aynı şeyi düşünmüş, yaşamış, söylemişiz. Ama o Jim Morrison’u tanıyo. Ben olsam olsam özentiyimdir onun gözünde. Şimdi sana yazdığım bu mektubu okuyanlar da içlerinden hassiktir diyolar, muhtemelen bana inanmıyolar. O yapınca çılgın sanatçı, ben yapınca pis serseri oluyo. Çünkü ünlü değilim. İşte buna bi dur demek lazım artık prenses.

Evden kaçıp artis olucam ben…

Yorumlar
5 Yorum to “Ünlü Ünsüz Sertleşmesi”
  1. Kivilcim says:

    BU satirlari okurken aklima yeni bir aktivizm fikri geldi. Aramizdan birini secip, hep birlikte onu unlu yapacak yollara basvurmak, yani sacma sapan bisey de olabilir yeter ki ses getirsin. o kadar da zor olmamali. sonra artik medyada yeterince kaviric yaptiktan sonra politik mesajlar vermek. Olaur mu olur. yani harbiden artiz mi olsak ne!!!

  2. Aysem says:

    ama biraz hastalikli bi hayat olmaz mi unlu olan zavallininki? ustelik aktivizm cift tarafi kesen bicak: elestirdigine donusebilirsin her an.

    sonucta bu yazi beni dusundurdu… ozellikle de pop kultur konusunda ne kadar cahil oldugumu dusundurdu (hayir andy abimi iyi tanirim da pinar eliceyi degil mesela), ve bu da biraz mutlu etti. Seneler seneler boyu televizyon ve magazin basinindan uzak durmak, internet explorer yerine mozilla firefox kullanmak ve reklam blokaji yapan add-onlardan asla vazgecememek demek boyle guzel bir yanetki yapiyor hayata. 🙂

    ama daha onemlisi kulture relativist yaklasmanin sonuclarini dusundurdu. Andy Warhol ile Pinar Elice’yi ayni kutuya koymak… Unlu olduklari icin… I-IH. kendisinden hic hazzetmesemde, andy’nin isleri yeni bir durumu ortaya koyar: modern ile post-modern arasindaki o incecik cizgiyi cizer warhol. Dunyaya hayran gozlerle bakar, cunku corba konservelerinde sanati elestirecek, bu yolla sanati yeniden kurgulayacak bir gozlem gucu vardir. Bu sebeple ilgi ceker, nefret ceker (Valerie Solanas Warhol’u oldurmeye can sikintisindan kalkismamistir. Oyle bir figur iste Warhol: bkz. S.C.U.M. manifestosu), dikkat ceker, ve unlu de olur bunlarin yani sira. Sonra da unlu olmakla gayet felsefi bi noktadan dalga geciverir (herkes 15 dakkaligina unlu olucak diyerek)… buyrun burdan yakin.

    Sonra Marilyn Monroe’ya baktiginda ne gordugunu bizimle paylasir.

    Ama hepsinden onemlisi sudur:

    WARHOL DOMATES CORBASI KONSERVESINDE BOGULDUGUNU BIR DAHA ASLA AYNI KESKINLIKTE BIR IS YAPAMAYACAGINI VE KENDINI TEKRAR ETMEYE MECBUR OLDUGUNU BILIR (ve bununla da dalgasini gecer): BAKINIZ http://images.artnet.com/artwork_images_423927477_383911_carl-fischer.jpg

    Pinar Elice bunu yapiyor mu biliyorum. yapiyor olsaydi bilirdim gibime geliyor… o yuzden bu esitlemeyi / relativizasyonu biraz sig buldum.

    Yerine mesela Luther Blissett gibi bir ornek koymak istedim. Sanatin demokratiklesmesi adina. “Hadi (herhangi)birimizi unlu yapalim” yerine, “hadi kimin unlu oldugunu onemsiz kilip sanat oldugunu dusundugumuz herseyi meshur ve mesru kilalim (bir yandan da patentlemeyle dalgamizi gecelim)” diyesim geldi. Full Disclosure in Art procesi gibi birsey yada -bilgisayarci abimler bile yapabildigine gore…

    yada soyle bi websitesi yapalim derdim ama prensese mektuplar yaziyoruz iste…

  3. elif says:

    “Ne yaptigin, nasil yaptigin onemli degil. Unlu ol yeter!” kissadan hissesi, evet, biraz sig. Zira misal Greenpeace, yeni medya hesabi, Hande Yener’i, Sevval Sam’i filan nukleer kampanyasinda kullanmaya basladi bir zaman once aynen senin anlattigin fikir uzerinden. “Flas! Flas! Hande Yener nukleer magduru!” diye boyle bir magazin programlarina gondermeli reklam yapti filan. Nooldu? Hande Yener daha da unlu oldu, cunku zaten kendisi Gay Pride’lara destek vermekte olan “marjinal” sarkici konumunda, Greenpeace’i de destekledigi icin. Greenpeace yeni destekciler topladi, sirf Hande Yener hayrani olan kisilerden yoksa nukleer filan hikaye. Millet de nukleer enerjinin ne oldugunu anlamadan “Ayyy bak Handeciim de nukleer istemiyomus, ay ne hoooossss…” tadinda yaklasiyor nukleer enerji mevzusuna. Yani onemi olan mevzu, ilgisiz sebeplerle unlu olmus kisilerin diline magazin yoluyla pelesenk edildiginde, evet, gundemde daha uzun sure kalabiliyor ve fakat gercek onemini kaybedebiliyor.

    Yani yol, yordam onemlidir. ve hatta bazen onemli olan sey sadece yol ve yordamdir…

  4. NazIm says:

    Gencler sizi hazirolda gordum, gunde uc kere yemeklerden sonra biraz boyun masajiyla rahatlama tavsiye ediyorum…Evden kaçıp artis olumak isteyen Suat Mayın kardesimizin ironisini iskaliyorsunuz gibi geliyor bana…my 2cents

  5. elif says:

    Valla ironi bana cok net gelmedi acikcasi. Hani Andy Warhol’dan Pinar Elice’ye ordan da Banksy’e uzayan unlu tartismasindaki ironi, satirlar arasini az cok yazarin kisiligini\tarzini da bilerek okumakla anlasilir anca diye dusunuyorum. Bu yorumlarla ironi netlesti en azindan, iyi oldu 🙂

    ya da boyun masaji, o da olur bana fark etmez…

    operim.

Yorum Bırakın