Dunya, Ben ve Sen

Güneşli, pırıl pırıl bir Şubat günü… Her yerde insanlar, aylardır özlemini çektikleri güneş ışığının tadını çıkarma derdindeler… Yollarda el ele sevgililer, yol kenarlarında piknik yapan aileler, bulabildikleri her yerde oynayan çocuklar, deniz kıyısında bira keyfi yapan abiler… Yüzlerde genel olarak bir neşe, bir yaşamın tadını çıkarma ifadesi hakim. Ben ise Tophane – Beşiktaş düzleminde yürüme halinde; kendimi etrafa şapşalca bakınırken, güneşin tadını çıkarma duygusundan çok uzakta ve hatta “böyle olmaması gerekiyor” duygusu hakimiyetinde, iklim değişikliği temalı endişeli bir iç konuşma yaparken yakalıyorum. Bu noktada şunu belirtmek iyi olabilir; 29 yaşındayım, gencim, sağlıklıyım ve genel olarak hayatın tadını çıkarma kafasında olan bir kimseyim. Dolayısıyla etrafta gördüğüm herkes ve her şey ‘hayat ne güzel lan!’ ruh halindeyken, kendimi bir karış suratla “lanet olsun iklimler değişiyor” diye düşünürken yakalayınca ortada bir acayiplik olduğunu anlamam çok uzun sürmüyor. Düşünmeye başlıyorum…

29 yaşında olmak, 80 doğumlu olmak ve son zamanlarda geyiği bir hayli yapılan 80’ler kuşağına ait olmak anlamına gelmekle birlikte tek kanallı dönemi yaşamış olmak, TRT’nin o sıralar benim yaşımdaki çocuklara bolca verdiği hayatı düzenleyen kurallar mesajlarına maruz kalmak anlamına geliyor. Sanırım o zamanları görmüş olan çocuklar şimdiki çocuklara oranla daha fazla sorumluluk sahibi oluyor diye düşünmeye başlıyorum. 80’ler aynı zamanda toplumsal dönüşümün ivmesinin hızla artmaya başladığı, bol bol darbe geyiklerinin yapıldığı, özal dönemiyle birlikte kapitalizm denen şeyin etkisini hayatımızda giderek daha şiddetle hissetmeye başladığımız zamanlar… Tabi bir de nerede o eski karpuzlar, komşuluk ilişkileri sakata gelmeye başladı, sokaklarda korkusuzca yürüyemiyoruz geyiklerinin de ilk yapılmaya başladığı zamanlar. Dolayısıyla ilk tepki olarak, kendi gereksiz ciddiyetimin kaynağını 80’ler çocuğu olmaya bağlıyorum, yürümeye devam ediyorum…

Daha derinlemesine düşünmeye devam ettikçe, hayatım boyunca aldığım en belirgin mesajın, sorumlu davranmak “zorunda” olmak olduğunu fark ediyorum. Siz ne düşünürsünüz bilmiyorum, lakin bana hayatım boyunca benden yaşça büyük insanlar ve hatta kurumlar tarafından şöyle denildi: “Bak Közdecim, bizim zamanımız yaşanırken, elimizin altında kocaa gezegen vardı, biz bu gezegenle ne yapacağımızı bilemedik, afedersin içine sıçtık, senin görevin Jim, kabul etsen de etmesen de bizim başaramadığımızı başarmak, bu gezegeni yeniden içinde hayat olan bir yer haline getirmek. Biz mahvettik, evet, lakin sen temizleyeceksin!..”. Başta aile, devlet, okul gibi oluşumların; tüm iletişim kanallarını kullanarak bana tüm hayatım boyunca “Bu gezegen sana emanet” mesajı verdiğini, benim de farkında olmadan bu görevi kabul ettiğimi fark ediyorum. Biraz sarsılıyorum…

İlk şoku atlatana kadar Dolmabahçeye gelmişim. Etrafta hala hayat var, çiçek kokuları, şakalaşan insanlar… Bende temel duygu olarak hala endişe hakim. Kafanın bir kısmı iklimlerin değişmesinde, diğer kısmı az önceki farkındalıkla meşgul…

Hayatı bir şekilde eylemlerde, meydanlarda geçen bir kimse olarak ailenin, devletin, polisin vs. dünyaya yaşam getirme derdinde olan insanlara olan tepkisine odaklanıyorum… Bir taraftan çılgınca “Dünyayı kurtar!” mesajı veren oluşumların, aynı zamanda bu fikri gerçekleştirmeye çalışan kalabalığa olan şiddet dolu, anlamsızca öfkeli, zaman zaman kaygısız, kimi zaman ciddiye almayan, kimi zaman fazlasıyla ciddiye alıp kafayı gözü dağıtmaya yönelik tavrındaki cehaleti ve ikiyüzlülüğü kavrıyorum. Garip bir şekilde kendimi iyi hissediyorum, bu arada Beşiktaş’a varıyorum…

Aradan epey bir zaman geçiyor, konuya ilişkin farkındalıklar hızla artıyor, lakin kısaca toplum olarak ifade etmekten çekinmeyeceğim bir kitlenin toplumsal mesaj içerikli eylemlere olan tepkisi aynı hızla değişmiyor. Daha iki gün önce yine aynı şiddete maruz kalmış olan bir insan evladı olarak bu satırlardan izninizle şu soruyu sorma ihtiyacındayım:

Sevgili toplum… Benden ne istiyorsun? Dünyayı mı kurtarayım? Hayatını mı değiştireyim? Çocukların da sağlıklı büyüsün diye mi uğraşayım? Bunu yapmak zorunda değilim, belli ki beni buna sen zorlamışsın. Üstelik ne zaman benden istediğin şeyi yerine getirmeye çalışsam beni dövüyorsun, küfürler ediyorsun, beni aşağılamaya çalışıyorsun. Üstelik her fırsatta herşeyi benden daha iyi bildiğini iddia ediyorsun. Neden böyle öfkelisin toplum? Bir derdin varsa lütfen açıkça konuşalım, yapabileceğim bir şey varsa seve seve yapmaya razıyım, zira iki gün önce kolumu kırmaya çalışıyordun. Demek ki ben sana iyi gelecek olan şeyi doğru tahmin edemiyorum. Belli ki kafan karışık, belki konuşarak halledebiliriz. Gerçekten… Hatta bir iyi niyet ifadesi olarak ilk adımı ben atayım;

Bak toplum; dünya hızla değişiyor, dönüşüyor, sen istesen de istemesen de… Hoşuna gitse de gitmese de sen de bu dönüşümün bir parçasısın. Benden gezegene hayatı geri getirmemi istiyorsan önümden çekil, çünkü senin zamanın geçti. Artık benim zamanım yaşanıyor. Ben sana karşı değilim, ne haddime, lakin sen farkında olmadan şiddetli bir rüzgarın önünde durmaya, o rüzgarı durdurmaya çalışıyorsun. Önümüzden çekilmeni içtenlikle tavsiye ederim; hatta sen de bize yardımcı olsan ne güzel olur, yolu aç, yoksa içinde yaşadığın dünya açmak zorunda kalacak…

Sonra söylemedi deme…

En içten sevgilerimle…

Közde Patlıcan

Yorum Bırakın